4 Eylül 2015 Cuma

BEBEĞİM GELİYOR... YA SONRA...

  NOT-1: Birazdan, doğumda yaşadıklarımla ilgili yazacaklarım, asla kimseyi korkutmak amaçlı değildir. Çok çok nadir görülen bir durumdur. Ben hem kendi deneyimlerimi paylaşmak hem de benzer şeyler yaşayan başkalarının deneyimlerinden faydalanmak istediğim için bu ayrıntıları paylaşıyorum. O nedenle lütfen ister normal doğum yapın, ister sezaryenle kavuşun bebeğinize, sadece o anın tadını çıkarın, büyüsünü yaşayın. Korkmayın ve merak etmeyin, her şey harika gidecek. 
                          (fotoğraf, thegeyik.com'dan alınmıştır)

 Ve evet, büyük gün gelip çatmıştı. Eşyalar arabaya yerleştirildi, yola çıkıldı. Saat 8:00 gibi hastaneye vardık. Servise çıktık. Kaydım yapıldı, odam gösterildi. Ben ameliyathane kıyafetini giyerken annem eşyaları yerleştirmeye başladı. Sondam takıldı. Tüm bunlar olurken eşim hala aşağıda, kalan işlemlerle, imzalarla falan uğraşıyordu. Açıkçası o an için tek telaşım, eşim yanıma gelmeden ameliyata alınma ihtimaliydi. Onun dışında heyecan, korku, vs hissetmiyordum. Sadece garip bir ruh halindeydim ne olduğunu bilmediğim. Biraz duygusuz, biraz ruhsuz, biraz boşlukta gibi...
   

   Tam hemşire artık gidiyoruz derken eşim yetişti çok şükür. Sarıldık, koridor boyunca yürüdüm ve sonra sedyeye bindim. Sanırım üç kapıdan geçtik. Ve artık ameliyathanedeydim.
  
    Doktorum geldi. Onu ilk kez öyle görmüştüm, normalde her muayenede odasından güle oynaya çıktığımız kişi, ameliyathanede o kadar ciddi, o kadar işine odaklıydı ki. Anestezi uygulamam yapıldı, ayaklarımın ısınmaya başladığını hissettim ve ardından da uyuşma gerçekleşti. Artık ameliyata hazırdım. Sezaryen başladı ve hemen birkaç dakika içinde vücudumun müthiş sarsıldığını, ardından da bir anda tüm içimin boşaldığını hissettim. Meğer doktor bebeği çıkarınca böyle hissediliyormuş, nereden bileyim :) Hemen, küçücük bir viyaklama duydum ama ardından beklediğim ağlama gelmedi. Endişelendim. Hemşire bana seslenip "annesi oğluşuna bak" diyerek bebeğimi gösterince anladım ki yavrum meğer uyuyormuş ve o ses de rahatsız edilmeye verdiği tepkiymiş. Ardından uyumaya devam etmiş :) Onu ilk gördüğümde ağlamıyor, uyuyordu yani. Keşke sonrasında da birazcık uykuya düşkün olsaydı :) Bebeğimi, temizleyip giydirmek üzere götürdüler. İlginçtir ki, bende hala heyecan, mutluluk, sevinç falan yoktu. Hala ruh gibiydim. Sadece, plasenta ayrılınca oluşan ani hormonal değişiklikten olsa gerek, ağlamaya başladım. Sebepsizce gözlerimden yaş geliyordu. 

   Dikişlerim atıldı (bu kısım uzun sürüyor), ameliyat bitti ve beni ameliyathaneden çıkarıp, bana çok uzun gelen bir süre boyunca beklediğim başka bir odaya aldılar. Ara sıra hemşire gelip beni kontrol ediyordu. Beklerken göğüs bölgemde dayanılmaz bir kaşıntı başladı. Hemşire yeniden geldiğinde "kaşıntın var mı" diye sordu. Ben de olduğunu söyleyince bir iğne yaptı, kısa sürede kaşıntıdan kurtuldum (kaşınan yerlerde daha sonra içi sıvı dolu minik kabartılar oluştu). Bu, anesteziye karşı gelişen bir alerjiymiş. Ben de zaten alerjik yapıda olduğum için, bunun olması normalmiş. Kaşıntılar kaybolunca beni odama götürdüler.
   
İçimde bir şeyler kıpırdanmaya başlıyor...
   Odaya girdiğimde, yanımdaki yatakta, giydirilip, sarıp sarmalanmış, hıçkırıp duran bir topaç vardı. Hemen kucağıma verdiler "kokla bebeğini annesi" diyerek. Aman Allah'ım, o koku, dünyadaki başka hiçbir şeyde olamaz. Bana özel, içime akan, içimi ıpılık yapan, yumuşacık, müthiş bir koku. Cennet kokusu buymuş demek ki. En pahalı parfümlerde bulunmaz, en iyi uzmanlar bir araya gelse yapamaz, öyle bir koku. Güzel Allah'ım, isteyen, kıymetini bilecek, sorumluluğunu kaldırabilecek herkese nasip etsin. 
  
(sadeceanne.com'dan alıntıdır)

    Ardından yine "emzir hadi annesi" diye, robotlaşmış olan beni yönlendiren bir ses... Emzirmek... İşte bu duyguyu çok merak ediyordum. Ve denedim. Çok ilginçti. Bebeklerin emme refleksiyle doğduğunu, bunun çok baskın ve kuvvetli bir refleks olduğunu iyi biliyordum ama hissetmek bambaşkaymış. Bebeğim epey çabaladı, ama sütüm geldi mi, onu hissedemiyordum. Zaten hemen de uyuyakalıyordu.
   


   Talihsizlik, kader, kısmet işte...
   Aradan sanırım 1-1,5 saat kadar geçmişti. Babam, yataktan aşağıya doğru inen kanı farketmiş. Onun dışında herkes, benimle ve bebeğimle ilgilendiği için başka fark eden olmamış. Bir telaşla doktora haber verildi. Doktor yine aynı telaşla gelip odadaki herkesi dışarı çıkardı ve beni muayene etti (daha yeni ameliyatlı olduğum için çok, ama çok canım acıdı. Normal şartlarda, vajinal muayene, kendinizi gevşek bırakabildiğiniz sürece acı verici değildir bence). Uterus tonusunun normal olduğunu söyledi(yani rahimde kasılmalar vardı, olması gerektiği gibiydi. Ki bu kasılmalar sayesinde kan damarlarına baskı oluyor ve aşırı kanama engelleniyor normalde). Ateşime baktı, başımın ağrıyıp ağrımadığını sordu (evet ağrıyordu) ve odadan çıktı. Neyse ki kan ihtiyaci çıkabileceğini düşünerek eşimin arkadaşlarına önceden haber verilmişti. Annem odaya geldi. Doktorumun beni  tıp fakültesi hastanesine sevk ettiğini söyledi. En acil tarafından bir ünite kan verildi ve hemen ambulansla yola çıktık. Ben ve eşim ambulansta, bebeğim anneanne ve dedesiyle arkada arabada hastaneye vardık (Bu arada o ambulans şoförü kimdi hiç bilmiyorum ama otobana girmeyip bozuk olan eski yoldan gittiği için kendisini çok da hayırla anmıyorum. Arabanın her sarsılmasında canım çok acıyordu).  
   Acilden girişimiz yapıldı. Ultrason, muayene falan derken (hepsinde de canım  inanılmaz yanıyordu, hatta doktorlara yalvardım biraz nefes almama izin verin diye) servise alındım. Kaç ünite kan verildi hatırlamıyorum. Onca fibrin testine, genetik taramaya rağmen, kanamanın nedeni ortaya çıkarılamadı (yıllar sonra, ikinci doğumumdan hemen önce öğrendik ki, bu sadece gebelikte ortaya çıkan bir hastalıkmış. İkinci doğumda da risk varmış ama bu risk üçüncü doğumda iyice artıp annenin yaşama şansı %30 a kadar düşüyormuş. Hastalığın adınıysa hala bilmiyorum). 

   Unutmadan, sütümün geldiği ilk anı da anlatmak istiyorum. 1-2 gün boyunca, bebeğimi emzirmeye çalışıyordum ama dediğim gibi sütümün gelip gelmediğini hissedemiyordum, zaten gelmiyormuş da. 2. gün, bebeğim emerken öyle bir şey oldu ki (benim için inanılmaz büyük ve ilginç bir deneyimdi)... Bir anda, bütün süt kanallarımı tek tek, yol yol hissettim; ağrı gibi ama ağrı değil, sızı gibi ama sızı değil, mutluluk veren, içimi kıpır kıpır yapan bir şey, adını koymak imkansız... Sütümün ilk geldiği andı o. Evet,o andan sonra bebeğimin gerçekten emebildiğini farkettim, çok güzeldi ona süt verebilmek. 4 günlük hastane hayatımda,beni mutlu eden anlar bebeğimi emzirdiğim ve eşimin yanıma gelebildiği anlardı. Bu arada postpartum depresyon(lohusa bunalımı) da yavaş yavaş kendini göstermeye başlamıştı.

   Hastanede hem benim, hem eşimin, hem annemin psikolojisi çok bozuldu. Araştırma hastanesi olduğu için hep uç vakalar geliyor, onları görüyor, hikayelerini duyuyorsunuz. Gecenin bir yarısı, odanın kapısını saygısızca ve büyük gürültüyle açıp uyuyan bebeğimi yerinden sıçratan asık suratlı hemşire (rüşvet alanlar arasında yoktu demek ki); saat gece 2-3-4'te, eşime ilaç alması gerektiğini söyleyenler (kullanacağım ilacın hep mi o saatlerde getirtilmesi gerekiyordu bunu da anlamış değilim. O şehri hiç bilmeyen eşim, fellik fellik nöbetçi eczane arıyordu her gece. Sağlık çalışanı olmasam acil ihtiyaç çıkmıştır diyeceğim ama öyle de değildi); insanlıktan nasibini almayarak 8 aylık hamile olan oda arkadaşımı göz yaşlarına boğan, dünyasını alt üst eden ve doçent olduğunu düşündüğüm jinekolog, vs. o kadar çok şey olup bitti ki. Neyse ki 4 günün sonunda artık evimize gidebileceğimiz söylendi. O anki mutluluğumuzu anlatamam.
   
   Herkes o kadar ilgisizdi ki, hastaneden çıkarken bir tekerlekli sandalye bile bulamadık. Ve ben merdivenleri (sanırım 3.kattaydık, tam hatırlayamıyorum)  inip otoparka kadar yürüyerek gitmek zorunda kaldım. Son birkaç metrede, çektiğim acı ve yanma hissi nedeniyle dayanamayıp yolda dizlerimin üstüne çökmek zorunda kaldım. Neyse ki bir şekilde arabaya binip, yaklaşık 1,5 saat sonra evimize varabildik. 
Not-2: Fibrin testi, kanda pıhtılaşmayla ilgili bir sorun olup olmadığını belirlemeye yarayan, o dönem için Florence Nightingale ve Hacettepe Üniversitesi olmak üzere Türkiye'de sadece iki yerde yapılan bir test. Burada küçük bir açıklama bulabilirsiniz.

Not-3: Teyzem, uzun yıllar önce, Ankara'da, doğum sonrası dikiş atılmaması nedeniyle kan kaybından vefat etmiş(hastane ortamı olduğu halde). Benim durumumun, doktorumu, ailemi ve akrabalarımı çok telaşlandırmasının asıl nedeni de bu. Eğer sizin de aile geçmişinizde buna benzer bir hikaye varsa, doktorunuzu lütfen ve mutlaka durumdan haberdar edin. 

Not-4: Hastaneyle ilgili yazdıklarım, hiçbir kurumu ya da şahsı itham etme amacını kesinlikle taşımamaktadır. Hepsi, tamamen bizim yaşadıklarımızdır. Evet, rüşvet alan hemşireler ve doktorlar oldu. Ve evet, eşim o paraları vermek zorunda kaldı. Çünkü, beni o kanamalı halimle acil servise almalarının üstünden 1 saat kadar geçmiş olmasına, adını hatırladığım ama buraya yazmayacağım bir doktor da karşımda boş oturuyor olmasına rağmen, benimle ilgilenen hiç kimse olmamıştı. Ne zaman ki parayı aldılar, ondan sonra hemşire hanım, "canım" diyerek başımda bitti, iki doktor birden beni muayene için ultrason odasına götürdü. Çok üzgünüm ama gerçekler böyle. Yoksa her mesleğin içinde işini hakkıyla ve özveriyle yapanlar olduğunu ben de biliyorum; melek hemşireler ve mucizeler yaratan doktorların da varlığını bildiğim gibi. Ama, hele ki acil serviste, hastayı boşvermeye kimsenin hakkı yok. Adı üstünde, ACİL SERVİS. Üstelik de benim durumum çok çok ağırdı. Kan testleri ve muayene sonrası doktor, eşime, "Allah'tan ümit kesilmez, sabaha çıkamayabilir de, hazırlıklı olun demiş" diyeyim, gerisini siz düşünün artık.
   

Hiç yorum yok: